Etiketler

3 Şubat 2015 Salı

Eğitimli insanların işsizliği üzerine

En zorudur eğitimli insanın işsizliği.
Çünkü ta üniversite yıllarından, kim bilir belki de lise yıllarından itibaren geleceğine dair hayaller kurarken aklına gelecek en son şey elinde diploması ile işsiz bir şekilde ayları ve hatta yılları geçireceği düşüncesidir.

Oysa okul hayatı iyi olmayan veya çeşitli nedenlerden eğitim alamayan insanların hayatla ilgili planları, beklentileri çok daha basit, çok daha nettir. Uzun işsizlik süreleri bu insanlar için sürpriz değildir. Veya asgari ücrete herhangi bir işe girmek bu insanlar için sorun değildir. Hele ki vasıfsız eleman ilanlarından herhangi birine gidip işe başlamak bu insanlar için beklentilerini karşılayacak bir durumdur.

Eğitimli insanın durumu farklıdır. Her işte çalışmayı bırakın, her iş ilanına başvuramaz. Kafasında zaten daha baştan belli kabuller, belli sınırlamalar vardır. "Şu işe baş vurabilirim, şu işe baş vuramam. Şu iş eğitimime uygun, şu iş değil." gibi kabulleri vardır.

Hee, daha da kötü durumda olan tecrübeli ve eğitimli insanın işsizliğidir. Çünkü başvurdukları iş yerlerinden "Kusura bakmayın, siz bu iş için çok fazlasınız, sizin ücretinizi karşılayamayız." cevabını alırlar sıklıkla. O da eğer iş görüşmesine çağrılırlarsa. Çünkü zaten kişisel öz geçmişlerinde kabak gibi bellidir durumları. İş görüşmesine çoğu zaman çağrılmazlar bile OVER QUALIFIED (aşırı kalifiye) olmak durumu yüzünden.

Hani Türkçemizde beterin beteri vardır derler ya; sanki tecrübeli ve eğitimli insanın işsizlik sorunundan daha da kötü durumda olan tecrübeli, eğitimli, evli, çocuk sahibi insanın işsizlik sorunudur. Hayatının hiçbir döneminde ev hanımlığını kendisine iş olarak görmeyen, bütün vaktini çocuk bakımı ve ev temizliği ile geçirmeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen kadın, birden bire kendisini bunları yaparken bulmasının ve uzun süren işsizliğin ardından kendini değersiz, mutsuz, amaçsız hissedecektir. Aynı şekilde erkek, evin tüm yükünü, tüm sorumluluğunu omuzlarında hissedecek fakat giderleri karşılayamamanın, varsa hazır paranın hızla erimesinin yarattığı baskıyı her an tüm benliğinde hissedecektir. En önemli olan şey ise bu durumda olan insanın kendisini yalnız hissetmemesidir. Eşi, diğer aile üyeleri, dostları mutlaka kadın olsun, erkek olsun bu insana her zaman destek olmalı, sürekli yanında olmalı, her şeye rağmen motive olmasını sağlayacak şeyler yapmalı ve söylemelilerdir.

Ülkemizde eğer iyi bir gazete okuyucusuysanız (Hangi gazeteler olduğunu biliyorsunuz, çok fazla yok zaten, gerçekleri yazan birkaç gazete var ne yazık ki ülkemizde. Neyse, ayrı bir yazının konusu olsun bu durum.) onbinlerce öğretmenin tayin beklediğini, çeşitli mesleklerden onbinlerce üniversite mezununun iş aradığını biliyor olmalısınız. Ve ne yazık ki bazen işsizlik nedeniyle bunalıma girerek hayatlarına son veren genç insanların haberlerini de okursunuz aynı gazetelerden.

Sosyal devlet anlayışının yerini bireyciliği ön plana çıkartan, sermayenin hayatın her alanına egemen olduğu <<küçültülmüş>> devlet anlayışı aldığından beri ne yazık ki hem ülkemizde ve hem de dünyada eğitimli insanların işsizliği sorunu artarak büyümektedir. Hak edenin değil ama tanıdığı olanın iş, yer, kariyer, para sahibi olduğu ülkemizde bu sorun orta ve uzun vadede toplumda derin izler bırakacaktır. Bir süre sonra kısa yoldan zengin olmak için yasal yolları zorlayan ve belki de yasa dışı yollara kayan genç insanlar toplumsal hayatımızı derinden etkileyeceklerdir.

Yeniden sosyal devletin inşa edilmesi toplumsal barışın, toplumsal huzurun teminatı olacaktır. Devlet maddi kar elde etmeyi hedeflememelidir. Çünkü insana yapılan yatırım kalıcıdır, binaya, makinaya, yola yapılan yatırım gelip geçicidir. Eğitimli insanlar toplumun geleceğine güvenle bakmasını sağlar. Çünkü eğitimli bir insan düşünür, sorgular, araştırır, fikir yürütür.

Ah!? Neler yazıyorum? Önce devletin böyle insanlar isteyip istemediğinden emin olmak lazım, değil mi?


17 Eylül 2014 Çarşamba

Doğu Perinçek'e açık mektup

Sayın Doğu Perinçek,

Sizi 22 senedir eserlerinizden, yazılarınızdan, televizyon konuşma ve sohbetlerinizden, ayrıca bizzat izleyici olarak katıldığım bir çok söyleşi ve toplantıdan tanıyor ve takip ediyorum.

Çok seviyor, sayıyor ve değer veriyorum.

Size 18 yaşımdan beri yani ilk sizi takip etmeye başladığımdan beri çeşitli yazılar yazdım.

Bunlar elinize ulaştı mı bilmiyorum ama size bu mektuplarda yaptığım öneriler şunlardı:
-Ne yapıp edin, İşçi Partisi’nin bir televizyon kanalına sahip olmasını sağlayın.
-Aydınlık’ın yeniden günlük olarak yayınlanmasını sağlayın.
-Atatürk ilke ve devrimlerine daha fazla sahip çıkın.

Bunların hepsi bir şekilde gerçekleşti.

Burada kastettiğim “bakın benim önerilerimi dinlediniz” değil.

Kastettiğim şu an da her biri gerçekleşmiş olan bu önerileri ne kadar benimsediğimi ve özümsediğimi anlamanızı istememdir.

Ülkemizin geldiği şu günlerde sizin önünüzde tarihi bir sorumluluk var.
Sizin Apo görüşmelerinizin fotoğrafları hala İşçi Partisi’ne oy vermek isteyen milyonları frenliyor. Bunu en iyi sizin fark etmeniz gerekir. Yanlış anlamayın, haklılık ya da haksızlık tartışması yapmıyorum. Apo ile yaptığınız görüşmeyi eleştirmiyorum ancak iş oy istemeye geldiğinde ne yazık ki karşı devrimcilerin senelerdir bu fotoğraflar üzerinden yaptıkları propaganda o kadar etkili oldu ki size en çok oy vermek isteyen insanlar bile oy veremiyorlar.

Bir diğer konu da benim bile hala hazmedemediğim şu eski 2000e Doğru dergilerinde hainlerin ölüm ilanlarına yer verilmesi konusudur. Bu konu ile ilgili de kesinlikle bir özeleştiri açıklaması yapılması gerekiyor.

Lütfen ülkemizde rejimin tamamen değiştirilmesine ramak kalan şu günlerde SÖZ KONUSU VATANSA GERİSİ TEFERRUATTIR diyerek en hızlı biçimde

-Başta CHP içindeki <ulusalcı> olarak nitelenen Atatürk milliyetçisi milletvekilleri olmak üzere tüm diğer partilerdeki vatanseverleri İşçi Partisi’ne davet ediniz. 

-Parti içinden Türkiye’de bilinen, tanınan, sevilen bir arkadaşınızın partinin başına gelmesini destekleyiniz. Veya örneğin Süheyl Batum’un ya da (keşke siyasete girmeyi kabul etse) Metin Feyzioğlu gibi bir ismin partinin başına geçmesini destekleyiniz. 

 -Siz Onursal Genel Başkan olarak her zaman sizi seven benim gibi insanların yüreklerinde silinmeyecek şekilde yerinizi alacaksınız. 

Saygılar 
Çetin TAŞ


Not: Bugünden itibaren blogda yayınlanacak yazılar Çetin Taş ve Ayhan Öztürk'e ait olacaktır.

30 Nisan 2014 Çarşamba

SİVİL DARBE

Ülkenin her yanından gelen tutanak usulsüzlükleri haberleri, yanmış pusulaların görüntüleri, çöplerden bulunan tutanakların resimleri sosyal medya ve iktidar denetiminde olmayan birkaç televizyon kanalı ve birkaç gazete aracılığı ile yayınlandı. Ülkenin birçok ilçesinde ve şehrinde partiler sayım sonuçlarına itiraz ettiler. Bazı yerlerde hile yapan kişilerin suçüstü yakalandığı haberlerini okuduk. Son yıllarda yapılan tüm seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de ülkenin birçok yerinden elektirk kesintisi haberleri geldi. Bu olaydan daha tuhaf ve bir o kadar da traji komik olan ise bakanın yaptığı “şimdi siz şaka sanacaksınız ama değil, trafoya kedi girdi” açıklamasıydı. Sadece biz değil tüm dünya komik bulmuş olmalı ki birçok ülkenin ana haber bültenlerine konu oldu, yine birçok ülkenin televizyonlarındaki eğlence programlarında bakanın açıklaması ile dalga geçildi. Bana göre en ilginç olan konulardan birisi, iktidarın her fırsatta önemini vurguladığı milli iradenin hakkı ile sandıklara yansımaması konusunda, ne ana muhalefet partisi liderinin, ne de 3üncü parti konumundaki muhalefet partisi liderinin milyonların rahatsızlığını tatmin edecek bir tepki koymamalarıdır. Bireysel olarak sadece birkaç milletvekilinin açıklamaları, çabaları elbette insanların dikkatini çekti ve takdirini topladı ancak birçok insanın “Ulan, bu adamlar bu 43%’ü hakları ile almadılar, kim bilir ne kadar oyu çaldılar?” şeklinde ki haklı şüphelerini daha da derinleştirdi. Öyle ki, demokrasinin olmazsa olmazı olan özgür seçimler kadar bu seçimlerde kullanılan oyların da adil bir şekilde sayılması gereğinin yerine getirilmemesi büyük öfkeye neden oldu. Demokrasiye inanan insanlar askeri darbelere, tek parti iktidarlarına, baskıcı ve faşist yönetim şekillerine karşıdır. İktidar partisinin seçim sonuçlarına etki etmesi, manipüle etmesi, oy sayımı konusunda adil davranılmamasında parmağı olduğunun düşünülmesi bile korkunçtur. 21inci yüzyıl Türkiyesi’ nde bizler artık güvenilir, sonuçlar hakkında kafalarda en ufak şüphe bırakmayan seçimler yapıyor olabilmeliydik. Oysa ki bağımsız yayın organlarından takip ettiğimiz çeşitli araştırmalar ve haberler, sonuçların güvenilir olmadığı yönünde ki yargıları kuvvetlendirmektedir. Öyleyse şu soruların cevapları önemlidir. Eğer insanlar demokratik seçimlerle iktidardaki bir partiyi değiştiremezlerse ya da değiştirme iradeleri ellerinden yapılan türlü hilelerle alınırsa, bu bir darbe değil midir? Askeri darbelere karşıyız diyen, anayasa referandumunda “Yetmez ama Evet” diyen, demokratik parlamenter sistemin erdemlerine inanan milyonlarca insan böyle bir sivil darbeye karşı ne yapmalıdır? Demokratik gösteriler yolu ile insanlar milli iradelerine sahip çıkamazlar mı? Hükümetin çok eleştirdiği ve dış güçleri suçladığı Gezi Olayları’nın bilançosu ortada. Ülke genelinde yüzlerce yaralı, hayatını kaybeden en az 7 genç vatandaş, aylarca süren toplu direniş hali. İnsanlar aylarca anayasanın vatandaşlarımıza sunduğu özgür demokratik gösteri yapma haklarını kullandılar. Elbette bu gösterileri provoke etmek isteyen kişiler, çeşitli radikal örgüt üyeleri oldu ancak bu kişilerin çoğu, bizzat orada olan insanlar tarafından etkisiz hale getirildiler, bunların provokasyonlarına itibar edilmedi. İnsanlar demokrasiye olan inançlarını her türlü sert müdahaleye rağmen ısrarla korudular. Ve bu direnişin neticesinde “yapacağız” denilen AVM’ nin yapılmadığı, “yıkacağız” denilen AKM’ nin yıkılmadığı gerçekleri ortada. Muhalefet partileri şaibeli 43%lük sonucu nasıl hazmedebiliyorlar bilemiyorum ama “aman evlerinizde oturun, aman demokrasicilik oynayalım, nasıl olsa 4 yılda bir sandıklara götürüyoruz sizi, oyunuzu kullanırsınız, biz de sahip çıkabildiğimize zaten çıkıyoruz, çıkamadığımız konusunda da yapacak bir şeyimiz yok” anlamına gelen tavırları ne zamana kadar geniş halk kitlelerini tatmin edecek? Darbelerin her türlüsüne karşı çıkmalıyız ve sivil darbe, içlerinde en tehlikelisidir. (12.04.2014'te yazılan yazıdır)

17 Nisan 2014 Perşembe

DEĞİŞİK YAZI

Sev…
Aileni, arkadaşlarını, ülkeni, milletini, doğayı, hayvanları.

Say…
Atalarını, büyüklerini, küçüklerini, başarıyı, bayrağını, sana saygılı olan farklı düşünceyi.

Anla…
Sevdiklerini, yaşadıklarını, çevrende olan biteni, hatalarını, karşıt görüşü, rakiplerini.

Dinle…
Seni dinleyeni, sana değer vereni, her zaman yanında olanı.

Kork…
Yalancıdan, tutucu insandan, arsızdan.

 Korkma...
Hainden.

Yaşa…
Anı, hayatı, pişmanlıklarını, sevinçlerini, üzüntülerini.

Üret…
Fikir, iş, değer…

Yarat…
Sevgi, saygı, farkındalık.

Gez…
Gördüğün yerleri, görmediklerini, ülkeni, dünyayı.

Git…
Topkapı Sarayı’na, Aya Sofya’ya, Boğaz’a, Çanakkale Şehitliği’ne, Nemrut’a, Derin Kuyu’ya, Efes’e.

Gör…
Cape Town’ı, Shanghai’ı, Penang’ı, İsfahan’ı, Halep’i, Selanik’i, Bang Kok’u.

Ye…
Kuru fasulye, pilav, turşu, soğanı.

İç…
Aslan sütünü ama mutlaka dostlarınla, alttan kayıntı sağlam olacak, üstten muhabbet bol olacak.

Sorgula…
Her şeyi, her konuyu.

28 Mart 2014 Cuma

BERLİN SARAYI – HUMBOLDT FORUMU



Dünya kültür değerleri arasına önemli bir yapı katılıyor: Berlin Sarayı – Humboldt Forumu. Berlin’de inşası halen devam etmekte olan binanın, müzeler, kütüphane ve üniversite ile dünya kültürleri arası diyaloğu güçlendirmesi planlanıyor.

Berlin Sarayı—Humboldt Forumu Vakfı, sanatı, kültürü, eğitimi, uluslar arası uyumu, kültürün tüm alanlarında hoşgörüyü kamu yararı için doğrudan desteklemek ve tarihi anıtları korumak amacıyla 2009 yılında Alman Hükümeti tarafından kurulmuş.

Eski durumdaki Berlin Sarayı’nın rekonstrüksiyonunun uzun süreli tartışmaları sonucunda, mimari bir yarışma düzenlenmiş ve toplumun çoğunluğu tarafından onaylanan, eski ile çağdaşı birleştiren, yeni bir içerikle yeni bir bina ortaya çıkmış. Rekonstrüksiyonun kendisi çağdaş bir mimari olmakla kalmamış, ayrıca gelecekte başlı başına bir anıt olabilme şansına sahip olmuş. 

Humboldt Forumu’nun katılımı ile Berlin Sarayı müzeden çok öte bir karaktere bürünüyor.  Bileştirici temalar, filmler, tiyatrolar, danslar içeren büyük sergiler ve diğer fırsatlarla dünya kültürleri burada diyalog kurma şansı elde edecek. 

Umarım en kısa zamanda ülkemizde de bu tür projeler oluşturulur ve hayata geçirilir.




© Berlin Sarayı – Humboldt Forum Vakfı / Franco Stella
Kaynak: http://sbs-humboldtforum.de
 

25 Mart 2014 Salı

ECEVİT’İN VE TÜRKİYE’NİN ABD TARAFINDAN İKİ KEZ CEZALANDIRILMASI



1974 yılında, sistematik olarak süre gelen Kıbrıs’taki Türk azınlığın yıpratılması ve katliamlarla  bezdirilmesi politikasına artık bir dur demek gerekmekteydi. Ancak egemen güçler bütün olan bitene rağmen bu zulmün bitmesine izin vermiyordu. Türk halkı artık buna dayanamayacak durumdaydı fakat şanslıydılar; bu konuda karar alabilecek bir liderleri vardı: Efsane Ecevit. ABD’nin tüm dayatmalarına rağmen Yunanistan’ın adayı ilhak etmesi üzerine karar verildi. İki etaplı bir planla, Türkiye garantör devlet olmanın getirdiği hukuki hakla adaya müdahale etti. Artık fiili olarak Türkiye yavru vatanı kucaklamış, soydaşlarımızı koruyabilmişti. Bu ise ne ABD’nin ne de İngiltere başta olmak üzere diğer devletlerinin işine gelmemişti. Bu dönemde petrol fiyatlarının ani ve aşırı artışı Türkiye gibi halen enerji bağımlısı olan bir ülkede ayrıca şok yaratmıştı. Ayrıca, ABD bu arada bir yandan haşhaş ekim alanlarının daraltılmasını istiyor ve ambargo sopasını gösteriyordu. ABD, sözünü dinlemeyen Türkiye’yi ilave olarak silah ambargosu ile cezalandırdı. İncirlik üssünün varlığını stratejik olarak değerlendiren ABD, devam edegelen Ortadoğu’daki gerginlikler nedeniyle (68 Arap İsrail savaşı, 72 Münih Olimpiyatları katliamı vb.) bu karar yeniden ele alındı ve ambargo kaldırıldı.  (Meraklısına not :  Bu arada Petlas neden kurulmuştur bir araştırın. Devlet neden lastik üretti?)
 



Ada harekatından tam 25 yıl sonra 1999 yılında azınlık hükümeti ile iktidara gelen Ecevit, elbette ABD tarafından şahin, yani Türk çıkarlarına -günümüzde göremediğimiz ölçüde- sahip çıkan bir siyasetçi olarak biliniyordu. Irak’ı tekrar işgal etmek isteyen ABD (ki ilk işgalin neden yarıda bırakıldığı çok iyi anlaşılmaktadır) niyetini usulünce Ecevit’e sordu. Ecevit ise komşuların dost olması gerektiğini bildiği için bu işe sıcak bakmadığını iletti. ABD baktı ki bu hükümete rağmen bu çıkartmayı yapmak zor ve masraflı olacak, Ecevit’i düşürmek için planı uygulamaya koydu. Öncelikle dolar çıpa yöntemi ile ekonomik iyileşme planlayan Türkiye’nin bu planına çomak soktu. Anayasa kitapçığı bahanesi ile piyasalardaki dengeyi bozdu. Her nasılsa sonradan siyasete girip ayrılacak olan Kemal Derviş’in ekonomiden sorumlu olarak ülkeye gelmesi sağlandı. Sağlık problemleri olan Ecevit’in durumu ile koalisyonun parçalanması sağlanarak bir Amerikan projesi olan AKP’nin iktidara gelmesi sağlandı. Öyle ki Irak’a ilk fezlekede izin vermeyen Türkiye’den öcünü meşhur çuval olayı ile aldı. Ne ilginçtir aynı günlerde Cola Turka çıkarılıyor ve reaksiyon olarak gelişen milliyetçi damarla satış rekorları kırıyordu. Sahipleri ise 10 sene sonra ülkenin en zenginleri listesinde bir numara oluyordu. Gelen manüple iktidar ise son Çin füze ihale sonucuna kadar cici çocuk rolünü hakkıyla oynuyor ve ABD senatosu İran ambargosunu delmesine bile göz yumuyordu.
 
Görüldüğü üzere hem Ecevit hem de Türkiye iki kez cezalandırılıyordu. Sürece bakarsak ve matematiksel olarak modellrsek 2025 yılında da bir müdahale olabilir ve buna o günlerde dayanacak ekonomik gelişmeyi sağlamak durumundayız.

 Son söz : Ayı ile yatağa gireceksen hazırlıklı olacaksın.
 

23 Mart 2014 Pazar

MAĞARA ADAMININ EL KİTABI



Ayşenur Yazıcı'yı çoğumuz ilk olarak dönemin büyük televizyonlarından biri olan Atv'nin ana haber bültenlerini sunmaya başladığında tanıdık. Kendini izleyiciye çok çabuk sevdiren Yazıcı kısa sürede Atv'nin yüzü haline geldi. Bu dönemde arka arkaya en iyi sunucu, en başarılı haber spikeri gibi ödüller alan başarılı sunucu ne yazık ki arka arkaya yaşadığı bazı talihsizlikler sonrasında ekranlardan uzaklaşmak zorunda kaldı. Bu zorunlu ayrılık döneminde Yazıcı'nın başka yeteneklerinin olduğu da ortaya çıktı. Güzelliği ile de adından söz ettiren Ayşenur hanım bu sefer kadın erkek ilişkilerini ele aldığı kitabıyla karşımızda. Sensin Mağara Adamı, kadın ve erkeğin anlaşmamak için gösterdiği özel çabayı akıcı bir üslup ve eğlenceli bir dille aktarıyor. Bilimsellik gayesi gütmeden sade örnekler kullanan Yazıcı, gülmeceyi dünyanın en ciddi konularından birini aktarmak için ustaca kullanmış. 2005 yılında yayınlanan kitap güncelliğini hiç kaybetmeyecek türden.